“Aslında herkes potansiyel iyi insan, kötülük gayret istiyor” Cem Yılmaz

1047
MUHSİN AKGÜN / MA STÜDYO

5 Ocak’ta vizyona girecek filmi ‘Arif v 216’ öncesi ilk kez Hürriyet Pazar’a konuşan Cem Yılmaz’ın yeni yıl dileği: Biz iyiyi aktive edip kötüyü anca filmlerde görelim.

Sinema tarihimizin en büyük yapımını çektin. Memnun musun filmden?
– Çok memnunum. Şener Abi’nin (Şen) bir sözü var: “Filmi çekmek çok güzel, insanlara göstermesi de olmasa çok güzel meslek!” Bir buçuk sene uğraştım, şimdi “Söz seyircinin” bölümündeyiz.

‘G.O.R.A.’-‘A.R.O.G’ dünyasının acayip fanları varmış. Twitter’da gördüm, insanlar ciddi ciddi set kurup filme amatör fragmanlar çekmişler! 
– Bugün birini ben de gördüm, korktum. Bizimkinden uzun ve öykü devam ediyor. “Devamını nereden biliyor?” dedim. Arif, 216, Bob Marley Faruk… Takipçi kitlesine sahip çizgi roman kahramanları gibi oldular. “Arif’in sesi değişmiş” diyorlar. 27 yaşındaydım, şimdi 45’im! İlk gün, Ozan’la iki arkadaşın yeniden rastlaştığı sahneyi çektik, epey duygulandık.

Ne güzel… 
– Bizim için yaşayan insanlar oluyor. Özge’nin (Özberk) telefonu bende ‘Ceku’ diye kayıtlı (Arif’in filmdeki eşi).

‘Ceku’ anneannenin lakabı, değil mi? Amma ilginç lakaplar var sizin ailede… 
– Önceki jenerasyon Rumca konuşurdu. Selanik göçmeni anne tarafı. Garip lakapları vardı, yitip gitmesin diye kullandım.

Peki abin Can Yılmaz’la nasıl bir ilişkiniz var? Epey takılıyorsun ona. 
– Çok iyi, benden beş yaş büyük. Bu esprilerin sebebi yakınlık ve acımasızlık. O daha acımasız. Beğendiği bir espri hatırlamıyorum.

Zor mu beğenir?
– 2001’de mi ne, ‘G.O.R.A.’da çok gülünen ‘5 element’ sahnesiyle ilgili ona bir ses kaydı gönderdim: “Beş element: ateş, su, toprak, tahta”… “Bu ne?” dedi ya! 15 senedir gülünen bir şaka!

Hay Allah! Tarihe geçti bu espri. 
– 15 senedir gülünen bir şeye, yapıldığı gün “Bu ne oğlum ya? Bu ne, tahta! Bu mu yani yapabileceğinin en iyisi?” dedi.

Çocukken sana arkadaşları için “Onlar seni sevmiyor, senin onları güldürmeni seviyorlar” demiş. Doğru mu?
– Yüzde bin doğru! Bu çok net bir laftır, gerçektir.

‘Meşhur olsam ne olur ki zaten’ diyecek insanlar olabildik

Sonra Türkiye’nin belki bir numaralı starı oldun. Buna nasıl bakıyor? 
– Kız kardeşim, abim, ben, annemiz, babamız, yakın akrabalarımız… Böyle duygularımız olmadı hiç. Çekirdek aile içinde o evin starı olmak, orada sevilmek, parlak, hünerli olmak önemliydi. Aile, sevilme duygusunu herkese tattırdı. Dönüp de “Gördünüz mü bak neler başardım” diyecek bir duygu bırakmadılar bize. Güllük gülistanlık, ‘Cosby Show’ gibi bir hayat yaşadık.

Aman abi…
– Öyle değil, bak sen! Kabaca söyleyeyim; “Meşhur olsam ne olur ki zaten” diyecek insanlar olabildik.

Sokakta çıkıp yürüyebiliyor musun? 
– Yok. Unuttum onu. Öyle bir duygum yok.

Diğer ünlüler gibi kılık kıyafet değiştirip çıkmaz mısın?
– Bir Tarkan maskem var! Yok yok… Babam Tophane’de gezerken benden daha meşhurdu. “Arif abi!” diye bağırıyorlardı, ben o fotoğrafı gördüm. Dayıma “Mehmet Abi!” diye bağırıyorlardı. Şimdi bana “Cem abi!” diye bağırmaları beni çok şaşırtmıyor. Ölçek değişince bir şey anlamıyorsun.

Ne güzel, şöhret hiç umurunda olmamış. 
– Biz 90’larda kendimiz olarak meşhur olduk. Teoman lisede nasıl şarkı söylüyorsa öyle meşhur oldu. Kenan Doğulu “Vay be çocuğa bak, altı saattir şarkı söylüyor” diye tanındı. Şebnem Ferah öyle… Bizim kuşakta imajın alaya alındığı bir köşe vardır. Biz onu çiğnemiştik, alaya almıştık. “Abi saçları kestin, imaj mı?”, “Ne imajı ulan, berbere gittim!” Biz o kuşağız işte.

Filmde 90’lar kuşağını da madalya kürsüsüne çıkarmışsın: Mustafa Sandal, Tarkan… 
– Emektarları koydum, gerçekten emek verenleri. Çünkü onlar kaldı. Kendini gerçekten adamışlık… Fark yaratan her şeyin içinde çocuksu bir samimiyet var. Diri tutan, o samimiyet oluyor.

Ediz Hun, Filiz Akın, Zeki Müren daha naif, masum dönemlerimizin figürleri. Seni nasıl hatırlayacaklar acaba ileride? 
– İşler kötüye giderse bir lord gibi hatırlayacaklar. Halbuki serserinin biriyim. 20 sene önce ‘fırlama çocuk’tum, şimdi bazısı snob buluyor.

Nasıl?
– Beyoğlu’na gidiyorsun, “Vay, siz buraya gelir miydiniz?” diyor. Ben buradan geliyorum zaten! Gerçekle kopuyor olay. Yaşsız kalıp gençliğindeki kadar fırlama, tatlı serseri ama yaşanmışlığıyla tecrübeyi aktaracak bir seviyede olmak isterdim. Rahmetli baban (Ünsal Oskay) da öyleydi. Mesela Aydın Boysan… 96-97 yaşında. Peki 15 yaşındaki halinden bir gram farkı var mı? Bence yok. Tek farkı o külliyat. Bilgisi, zihni, kütüphanesi. Böyle biri olmak isterim
yaşlanırsam, kararmak istemiyorum.

Peki, stand-up ne zaman?
– Olsa da yapsak…

Özlüyor musun?
– Çok! Her an sahneye çıkacak gibi hazırım.

E hadi o zaman, niye çıkmıyorsun?
– Yaparım da çok yoruluyorum moruk. Yaşlandık artık. Gençliğimde günde iki kere sahneye çıkıyordum. Yapamam şimdi o kadar. Şubat-martta olabilir belki. Bir-iki senedir çok var yapan. Hoşuma gidiyor. Yolda sahneye çıkan delikanlıya rastladım, “Abi ne zaman yapacaksın? Biraz ileri atabilir misin? Taksite girdim” dedi!

Birkaç hafta önce ‘Gelmiş geçmiş en büyük stand-up furyası’ diye bir kapak yaptık Hürriyet Pazar’da. Bir arkadaşım ‘Şimdi Cem Yılmaz düşünsün’ başlığını önerdi. “Sakın” dedik neyse ki. 
– Bir-ikisine baktım, iyiler var elbette. İşin acıklı tarafı şu: ‘Şimdi Cem Yılmaz düşünsün’ o kadar saçma ki.

Atmadık o başlığı yahu, tamam. 
– O, işi ölü doğuran bir şey. Gençliğimi hatırlıyorum, dergideki en az komik adam bendim.

Gerçek mi bu?
– Gerçek tabii. Beni etkilemiş bir sürü adam vardır.

Kimler?
– (Mehmet) Çağçağ vardı; Ahmet Yılmaz, Kaan Ertem, Bahadır (Baruter), Erdil (Yaşaroğlu), Selçuk (Erdem)…

Efsane ‘Leman’ jenerasyonu… 
– Sonrasında da çıktı; Yiğit Özgür. Neydi o oğlanın adı; o kadar utangaç ki adını bile unutuyorum… Umut Sarıkaya! Hele ‘Naber’ diye tek başına dergi çıkarmak şövalyelik yani! Bu insanların ana akım olmasını istiyorum. Herkes birbirine Yiğit Özgür karikatürü gönderiyor. Dergiyi alıyor musun? “Yok,
WhatsApp’tan gönderdiler.” Oh, ne güzel ya!

Onlardan farkının, sahneye çıkıp şakalarını canlandırmak olduğunu söylemişsin. 
– Evet ama orada başka bir zanaat var. Kadim bir şey.

Bu duygular çok komik: “İstanbul seni yeneceğim!” Niye durduk yerde bütün şehri karşına alıyorsun? Kötü romantik şiirlerde vardır: “Yakarım bu şehri!” 
Niye yakıyorsun? Ayrıca tutuştur bakayım Kağıthane’den de göreyim.

İşe gittiğinde bir ‘Günaydın’ de, ‘Hayırdır ya?’ diye bakanlara ‘Bundan sonra böyle lan!’ de

Yeni yıl kapağı yapıyoruz gazetede… Ne söylemek istersin?
– Benim 84’ten alacağım var. Yazın lütfen.

Hahaha, tamam! Başka? 

– Büyük bir içsel aydınlanma dilerim. Geçen sene çok umutluydum yılbaşından. “Oh be!” diye derin bir nefes derken, yılbaşı gecesi terör hadisesiyle perişan olduk. Öyle bir çağ ki artık “Marslılar mı inecek, kim inecekse insin” durumuna geldik.

Neden?

– Hayat insan için giderek zorlaşıyor. “Şu taşı bileyli tutayım da yarın öbür gün bir hayvan avlar, onu rahat keserim” diyen insanlar geçti dünyadan. Şimdi herkesin sırtında büyük yük var. 27 yaşında ölüyormuş Neandertal insanlar. Meyveler düştü mü? Düştü. Yanardağ patlar mı? Belki patlar. Çok konforlu bir hayatmış.

Peki şimdi ne yapmalı? 

– Biraz kendimize güvenelim. Her şey kendini iyi hissetmekle başlıyor. Güne başlarken bir şevk, mutluluk, gayret… Zor olduğunu biliyorum, herkes için zor. “İşyerinde mutlu değilim…” Yeni yılda değiştir bir şeyleri. İşe gittiğinde bir “Günaydın” de. “Hayırdır ya?” diye bakanlara, “Bundan sonra böyle lan!” de. “Tatlım sana çiçek aldım.” Hayırdır? “Bundan sonra böyle lan!” Böyle yani…

Sen nasıl gözlemliyorsun Allah aşkına bunları? Sana herkes gülüp “Günaydın” diyordur.

– Sahteyle gerçeği ayırt edebiliyorum ben ama. Bana torpil geçilmesinden haz alan biri değilim. “Abi! Senin işi ayarladık.” Vay be; demek sana kadar düştüm ha!

Başka isteğin, rican var mı insanlardan? 

– Zarar, hasar vermemek çok önemli. Zeki Müren’in bir lafı var: “Üç şeyden nefret ediyorum; riya, yalan ve nankörlük.” Benim de var: Nefret. Nefretten nefret edebilirim ancak. Sevmemek normal de nefret, gayret isteyen bir şey. “Cevizden nefret ediyorum!” Bak şimdi! Senin demek ki cevizle ilgili bir planın var. Bir operasyon var altında. Bu insani değil. Nefreti kaldıralım…

Kalkar mı öyle pat diye?

– Filmde soruyoruz ya, “İyi insanlar filmlerde mi olur?” diye. Herkes potansiyel iyi insan. Kötü olmak gayret istiyor. Filmde kötü adam gayretle tasarlanan bir şey, yapay bir şey. Biz iyiyi aktive edip kötüyü anca filmlerde görelim.

Umutlu musun gelecekten? Çocuğunun hayatı nasıl geçecek acaba diye düşünüyor musun?

– Fark etmez. ‘I Am Legend’ filmindeki gibi tek başına gezse de olur.

Bilimkurgunun kralı babalık!

Babalık nasıl geldi sana?
– Hah! Bu bölümü seve seve açarım. Gerçek zaman makinesi. İnsan başka bir bedene giriyor ve kendi çocukluğuna yolculuk yapıyor. Bilimkurgunun kralı o! Memnunum da oğlumdan; hıyarın teki olsaydı söylerdim, acımazdım, biz öyle yetiştirildik. Bizde hıyara hıyar denir. “Aa bizim oğlan, bakma öyle gerzek duruyor ama maşallah çok parlak çocuk.” Böyle bir şey yok. Benim bilmediğim şeyleri bildiği hissine kapılıyorum, hoşuma gidiyor.

Kaç yaşında?

– 5 buçuk, küçük daha ama çok iyi niyetli, duygusal bir çocuk.

Türkiye’de büyümesine nasıl bakıyorsun? Eğitim sistemi vs? İmam hatibe gitmesi gerekebilir gibi şeyler aklından geçiyor mu hiç? 

– Hiç zannetmiyorum imam hatibe gideceğini de istiyorsa neden olmasın… Dur, manşeti görür gibi oldum! “Bizim çocuğumuz acayip” gibi bir duygumuz yok. “Sen Kemal Yılmaz’sın büyük düşün!” demiyoruz yani, bakacağız.

Komik mi Kemal? 

– Bunun kadar hiçbir şeye şaşırmayan birini görmedim. Sofya’da film çekiyorum; saçlarım, bıyıklarım beyaz, gözlerimde lens, yüzümde kan… Annesiyle geldiler. “N’aber baba?” dedi. “N’aber baba” mı! Bir şey de ya! Son filmi çekiyoruz, sette uzay gemisi var, geldi yine:
-Ne zaman bitecek işin?
-Niye?
-Mars’a gideceğim, bahçeye getir.
-Mars çok uzak oğlum.
-O zaman Ay’a giderim.
-Peki nasıl döneceksin?
“Püfff, tabii ki düğmelere basarak” diye küçümsedi beni. Şaşırmıyor yani. O enteresan geliyor bana.

Zeki Müren yaşasaydı beni bir yerde sıkıştırıp ‘Ayağını denk al’ derdi

Neden 1969’a gidiyoruz filmde? 
– Kahramanlardan biri dünyayı eski Türk filmlerinden biliyor. Dünyalıları ‘Ofsayt Osman’ filmini izleyerek öğrenmiş, böyle bir kökü var. Yoksa kendime ait bir nostalji değil bu.

Sen de bu karakteri öyle yazmışsın. Demek ki özlüyorsun bir şeyleri.
– Tabii ki öyle ama kuru bir özlem ya da anlamını yitiren bir nostalji değil. Mesela, nerede o eski bayramlar; bunu söyleyen biri sorumluluğu da almalı. Getiiir, yapıver! Hemen başla öyle yaşamaya, etrafını da etkile! 2017’de diyoruz ki, 90’ların popu çok iyiymiş. Hani var ya, “Lan hepiniz oradaydınız”; e hepimiz oradaydık ve dövüyorduk 90’ların popunu! Onun için kahramanlardan birine (nostaljiye karşı) alaycı, diğerine ise bu duyguyu çok yoğun bir noktadan başlatıp başka yerlere sürükleyen bir hikâye yazdım.

O dönem bu kadar güzel miydi gerçekten? Mahalle uçarak topluca cennete gidecek gibi. 
– Ben 70’lerin çocuğuyum. Mahallenin yavaş yavaş seyreldiği bir zamandı. Gerçekte böyle miydi sorusu kafamda hep vardı. Ama burada küçük bir eleştiri var. Sunulan aşırı doz iyilik pompalamasını sorgulamak için belki. Bu, insanlar iyi hissetsin diye yapılan bir tasarımdı. Herkes o kadar iyi değildi.
Sadri Alışık ‘Ah ulan ah!’ dediğinde…

Yani bu, biraz kafamızda yarattığımız bir resim. Derler ya, “Nostalji aslında bugünle ilgilidir ve politik bir şeydir.” 

– Çok doğru. Bizim derdimiz ‘geçmişe özlem’ değil. Bugün beni bunu yapmaktan alıkoyan ne? Önceki kuşağın bir şablonu vardı: “Eskiden Beyoğlu’na kravatla çıkardık.” Şimdi de çık, seni engelleyen ne? Eğer sorun kravatsa tabii… Çocukluğumuzda bununla alay ediyorduk çünkü tişörtle çıkıyorduk. Ne bileyim; “Herkes birbirine günaydın derdi.” E, de! Kahramanım bu tuhaf özlemlere alaycı yaklaşıyor ama sonra kendini bir Türk filmi içinde buluyor.

Sinema tarihine saygı duruşu var filmde. Sadri Alışık, Ayhan Işık, Filiz Akın…. 

– Bize düşmez ama yapayım dedim. Bu kişisel bir fetiş değil, yaygın bir sevgi. Bu işlere teşne olmamıza sebep olan enerjiden bahsediyoruz. İçinden söküp atamazsın onu. Refleks gibi. ‘Komedik’ bir film yazarken Arzu Film filmlerinden kopma ihtimalin yok, organizmana girmiş.

Yine Arzu Film… Yıllar geçtikçe efsaneleşiyor. 

– Altı ayda iki-üç film üretmişler, biz altı ayda sadece kostümlere karar verebiliyoruz. Yokluklar, imkânsızlıklar acındırması yapmadan realist bakmaya çalışıyorsun. Kalıcı olanların içindeki, muhteviyattaki sihirli şey ne?

Sadri Alışık’ın büyük bir hayranısın. 

– Tiyatro kökenli ya; kendini seslendirmesi, tonlama, canlılık onu ayrı yere koyuyor. “Ah ulan ah!” dediğinde o ‘ah’ ve ‘ulan’ın gerçek olması… Sokaktaki adam gibi, kendi gibi olması… Belgesel gibi. Turist Ömer’in kullandığı dil, Hulki Aktunç’un ‘Büyük Argo Sözlüğü’ gibi referans veriyor.
Ajda Pekkan kostümü kendi çizdi

Kerem Alışık’la babası arasında geçen sahne var. Duygulandınız mı çekerken?

– Bir gazino sahnesi vardı. Bir arkadaşım “Kerem Alışık’ın sünnet düğünü 1969’daymış” deyince, tataaaaaam! Kaçmazdı yani. Önce ‘sünnet çocuğu’ndan izin almak gerekiyordu. Sonra Ediz Hun’dan, Filiz Akın’dan… Çocukluğumuzda “Edison, ampulü bulan aktör” diye şaka yaptığımız Ediz Hun’un bir külliyatı var. Öyküyü anlatıyorsunuz, “Romantizm var mı?” diye sorunca heyecanla diyorsunuz ki “Evet!” Kerem Abi “Bu davetli listesi, bu da babamın şapkası” dediğinde iş başka bir hal alıyor. Herkes çok duygulandı çekerken. Perişan olduk o sahnelerde. Mert (Fırat), Şükrü (Özyıldız), Farah (Zeynep Abdullah)…

Ajda beğenmiş mi kendisini canlandıran Farah’ı?

– Şapkası, saçı, kıyafetinin kenarına kadar kendisi çizdi kostümü.

Ya Zeki Müren? Yaşasaydı ne derdi acaba? 

– Çok güleceğini tahmin ediyorum. Bir yerde sıkıştırıp “Ayağını denk al” diyeceğini de biliyorum. Levent’teki villasının aynısını yaptık. Evinde Çince yazılar var, eski dergilerde görürsünüz. ‘İlkbahar, yaz, sonbahar, kış’ yazıyormuş. Zeki Bey son iki mevsimi ters yazdırmış. Biz de ters yazdık.

Ekip artık iyice oturdu. Hepsi şahane iş çıkarmış.

– En ufak rolde bile çok kıymetli insanlar “Ay ben bu kadar mı konuşuyorum” demeden oynadı. Onlarla daha nice film yaparım. “Abi, hep aynı adamlar!” diyorlar. E çünkü onlar iyi. Ben Zafer Algöz’ü 1988’de sahnede izledim, 15 yaşında çocukken. Ozan Güven’i bin senedir izliyorum. Ne yaptı, ne yapmak istiyor, bunlara bakıyorum. Atıf Yılmaz’ın ‘Arkadaşım Şeytan’ını çocukken izlemiştim. Mazhar Alanson müzisyen Fatih’i oynuyordu, oyunculuğundaki sadelik beni çok çarpmıştı. Özkan Abi’yi (Uğur) ‘Eşkıya’da izlemiştim. Sonra tiyatroda izledim. Kendini o rol için yerden yere atıyordu. O kadar inandırıcıydı ki.

En yakın arkadaşın Ozan Güven mi? 

– Tabii. Çok yakın çünkü bir de taşındı 20 metre yanıma.

Şener Abi’ye soruyorum, müstehzi bir şekilde gülüyor

Ne var sırada? 
– Garip bir fikrim var: 60 dakikalık filmler. 2018 ya da 2019’da. Bir seansta iki film. 10 hikâyem var; kara komedi gibi.

Nefismiş! Bir istek sorusu var konuştuğum kişilerden. Şener Şen’e ne zaman rol verecek filmlerinde diyorlar… 

– Ben çok istiyorum abi, çok söylüyorum. Müstehzi bir şekilde gülüyorlar.

Hayır mı diyor?

– Hayır demiyor. “Müstehzi bir şekilde gülüyorlar” de, onlar anlayacaktır. İstemez olur muyum… Yavuz Abi’ye (Turgul) de defalarca söyledim. Şener Abi’ye yakışacak bir şey de bulmuştum. Riski azaltmak için Yavuz Abi’me “Siz yazın, biz de ekipte olalım” dedim. Onun tasarımına güveniyorum.

Yavuz Turgul’dan geçiyor yani iş. Ben bunu Şener Şen’e sordum, Uğur Vardan da Yavuz Turgul’a. “Ya olur mu öyle şey” diyorlar. 

– Yok tabii canım. Şener Abi o konuda adaletlidir, onu ikna edecek senaryo gelmemiştir.

Gönderdin mi senaryo? 

– Taslak sırasında sordum, uzaklara bakıp güldü. 60’larda çok zirvede olan bir popçunun hikâyesi. ‘The Sunshine Boys’ diye bir film vardır, iki eski komedyenin geri dönüş hikâyesi. Ona öykündüm. Eski popçu çok ilgimi çeken bir konu. Erol Büyükburç’un öldüğü sene düşünmüştüm…

Olur inşallah. Şener Şen dışında var mı çalışmak istediğim birileri?

– Çok var. Zeki Demirkubuz’la da film yapmak istiyorum. Zeki Abi çekecek, ödüle doymayacağım! Bir de sinema salonuna bir ferahlık gelsin, hep sıkış tıkış oluyor! Onun filmlerini seviyorum, mesela ‘Yeraltı’nı. Engin Günaydın çok iyi oynamış ama ben de çok iyi oynardım.

Gişe rekoru konforlu değildir, birçok düşman kazanırsın

Gişe stresi var mı? Ne bileyim, “7.3 milyon kişi ‘Recep İvedik’i seyretti, onu geçmem lazım” diyor musun? 
– Yok, onu takmıyorum. O duyguyu yaşadım, çok konforlu değildir. Keyfini çıkarmaktan çok, birçok düşman kazanırsın. “Buna mı gidiyor insanlar!” derler. Yaşadım, başkasının yaşamasını istemem. Ben kendi maceramla uğraşıyorum. Bir prodüktör bulamamak derdim olabilir. “Cemciğim, iyisin hoşsun ama sinemada öyle bir para yok” dediği zaman maceramız sekteye uğrayabilir. Benim değil, hepimizin. Tim Burton’ın bir yapımcı batırması gibi… “Bir film daha var, o da distopyada geçiyor, 2047’de!” demek için seyircinin iştiraki gerekiyor.

Yorum Bırak

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz