“Önce film, sonra belki yeni dizi!” Gülse Birsel

395

Hem ruhu, hem de tarihiyle, en sevdiği semt olan Nişantaşı’nda Gülse Birsel ile bir araya geldik! Senaryosunu yazdığı film, yeni kitabı ‘Memleketi Ben Kurtaracağım’, mizah, onu çok heyecanlandıran tiyatro hayali ve İstanbul, sohbetimizde başroldeydi.

Geçtiğimiz yılın son aylarında ‘Memleketi Ben Kurtaracağım’ kitabı ile karşımıza çıktı Gülse Birsel. Aslında gazete yazılarıyla hayatımızda her daim olsa da onunla tekrar buluşmayı çok özlemiştik. “Ülkenin hali yüzünden kaybedilen kahkahaları geri verme ümidim var…” sözleriyle anlattığı yeni kitabı geçtiğimiz günlerde 45. baskısıyla okurla buluştu. Peki yeni yılda nasıl sürprizleri var? Hayalleri, planları ve İstanbul… En sevdiği semt olan Nişantaşı’nda buluştuk ve tüm merak ettiklerimizi sorduk…

Doğan Kitap’tan çıkan yeni kitabınız ‘Memleketi Ben Kurtaracağım!’ okurlarla buluştu. Kitaba olan ilgi, okurlardan gelen ilk tepkiler nasıldı?
Harika gidiyor. 45. baskı okuyucuyla buluştu. İlgi azalmadan devam ediyor.

Kitapta hem gazete hem de bu kitaba özel yazılarınız var. ‘Memleketi Ben Kurtaracağım!’ ismi itibarıyla siyasi bir kitap izlenimi verse de siyaset dışında da yazılar var. ‘Memleketi Ben Kurtaracağım!’ kitabınızda okurları neler bekliyor?
Hem kendime, çocukluğuma, gençliğime ait eğlenceli hikayeler var, hem siyasi hiciv diyebileceğimiz yazılar var, hem de rejimden tatile, hayatla ilgili şakasını yaptığım her şey var. İyi bir menü gibi yani, giriş yemeği, ana yemeği, tatlısı, hepsi yerinde!

Bu kitapla ülkenin hali yüzünden kaybedilen kahkahaları da geri verme ümidiniz var değil mi?
Mizahçının ekmeği o ümit zaten. Üzerinden zaman geçmiş trajedi komedidir. Biz mizahçılar, üzerinden zaman geçmesini bekleyemeyecek kadar hassas insanlarız. Hemen esprisini yapıyoruz ki, acı devresini hızlı atlatalım.

Kitabın ilk bölümünü ‘mizahi otobiyografi’ olarak tanımlıyorsunuz. Nedir sizce mizahi otobiyografi?
Öyle bir tür var mı bilmiyorum ama ben kendime, hayatıma dair hikayeleri de eğlenceli bir dille anlatmayı tercih ettim. Onlar da güldürsün. Hayat hikayeni çok fazla ciddiye almaya gerek yok. O kadar mühim bir insan değilim!

Memleket sizce gerçekten kurtulacak mı?
Bu memleket nelerden kurtulmuş, tabii çözecek sorunlarını. Her şeye rağmen aslan gibi bir millet var. İyi yaşama hayali olan bir millet bu. Hayal kuruyorsan uğraşmayı, tırmalamayı bırakmazsın. Bizi kurtaracak olan hayal kurmak ve o hayaller için çalışmak. Yoksa “Bir kurtarıcı beklemek” değil.

Umutsuzluk sanki herkesi sarmış durumda. Hayal etmekten uzak, mizahtan uzak bir ruh hali hakim. Mizahın yaşamımızdaki yerini nasıl görüyorsunuz?
Hem yaraları iyileştiren bir ilaç, hem tekrar toparlanıp üstünü silkeleyip yürümeni sağlayan bir vitamin bence mizah. Bu zor zamanlarda beraber gülebilmek bir toplumun ortak bağlarından biri olabilir. Müzik gibi, mizah da birleştirici bir güç.

Sizi gülümseten şeyler neler?
Ben Amerikan popüler komedi filmlerinden çok iyi sitcom’lara ve İngiliz mizahına gülüyorum. Bir de arkadaşlarıma.

Uzun metraj bir sinema filmi yazıyorsunuz. Bu filmden biraz bahseder misiniz?
Senaryonun tretman aşamasındayım onun için ipucu vermek istemem. Komedi olacağı dışında.

Peki, televizyon? Ekranda sizin kaleminizden bir diziyi ne zaman izleyebileceğiz?
En az bir-bir buçuk yıl sonra. Sırada önce film var.

Tiyatroyla ilgili bir planınız var mı? Oyun yazmak, sahneye çıkmak gibi…
Beni en çok heyecanlandıran fikirlerden biri sahneye bir komedi yazmak. En kısa zamanda o hayalimi de gerçekleştireceğim.

Dizilerinizdeki karakterler de zihinlerde ayrı bir yer ediniyor. Hala ‘Avrupa Yakası’ndaki ‘Yalan Dünya’daki karakterler konuşuluyor. Siz bu karakterleri nasıl yaratıyorsunuz?
Tanıdığım insanların bir karışımı ve hayal gücünün kombosundan çıkıyor zannederim. Ama bunun bir formülü yok. Sadece karakteri yakın arkadaşın kadar tanımadan diyalog yazmak çok zor. O bakımdan sağlam karakterler yaratınca hikaye de çok rahat gidiyor.

Yazı yazmak bir gününüzde nasıl bir yere sahip?
Yazmadığım gün yok sanırım. Haftada iki gün zaten gazete yazısı yazıyorum. Senaryolar, notlar, zaten hep var. Öğle yemeklerimi çalışma masasında yerim mesela. Zaten yazmayı rutin hale getirmezseniz eliniz durur. Piyano çalmak gibi.

Şehri nasıl yaşıyorsunuz?
Aslında çok dar çerçevede yaşıyorum. New York’un her mahallesini bilirim mesela. İstanbul’un her yerine gitmedim ama. Biraz lokal yaşıyoruz. Sekiz-dokuz semtle sınırlıyoruz hayatımızı. Trafiğin de etkisi var bunda. Mesela Rumeli Kavağı’na bayılırım ama gitmeyeli 10 yıl olmuştur.

İstanbul’da en sevdiğiniz semt hangisi?
Sanırım Nişantaşı. Hem ruhu, tarihi var, hem de konforlu bir semt. Kadınların gece arkasını kollamadan yürüyebildiği, insanların birbirine çarpınca gülümseyip özür dilediği semtlerden zarar gelmez. Nişantaşı öyle bir yer.

Nişantaşı hayatınızda nasıl bir yere sahip? Bu semt sizin için ne ifade ediyor?
Çocukluğumdan beri gidip gelmeyi, alışveriş yapmayı, annemle bir pastanede oturup, pasta yiyip çay içmeyi sevdiğim bir yerdi. Yıllardır da oturduğum semt. İstanbul’un birçok semtine bir-iki kere gitmişimdir ama Nişantaşı’nın son 35 yılını biliyorum. Karış karış hangi köşede ne vardı, sonra orası ne dükkanı oldu, hangi sokakta neresi nedir, hepsini söylerim.

‘Avrupa Yakası’ ile ekrana taşıdığınız bu semtin vazgeçilmez durakları neresi?
Ben bütün caddelerine bütün sokaklarına gire gire bir-iki saat ağır ağır yürümeyi seviyorum Nişantaşı’nda. Çok ait hissettiğim bir bölge. Valikonağı’nın ruhu ayrıdır, Abdi İpekçi başkadır, Topağacı daha farklı kafadır mesela. Ben kendi listeme öğle yemeği için Akkavak Sokak’taki Kantin’i muhakkak koyarım. Klasik artık. Topağacı’ndan Ihlamur Yolu’na doğru yürüyüp küçük butiklerin vitrinlerine bakarım illa. Bazısı 30 yıldır var. La Petite Maison’u seviyorum akşam yemeği için, Armani Caffe zamanı da severdim. O mekanın Palazzo adında bir kafe olduğu 90’lı yılları da biliyorum, o zaman da giderdim. Nişantaşı’nın dört yol ağzını da severim. Orası da yıllardır değişmedi, bazı dükkanlar hep aynıdır. Lisede Yargıcı’nın önünde buluşulurdu, o dükkan hala orada. Teşvikiye Camii, dört yol ağzına dikili nişan taşı. 100, 150 yıllık apartmanlar. Ruhunu, şeklini şemalini kaybetmedi Nişantaşı, onu seviyorum.

 

2016 için planlarınız, hayalleriniz neler?
Bir film, belki bir tiyatro oyunu ve 2016 biterken, 2017’ye doğru belki yeni bir sitcom.

GÜLSE BİRSEL’İN İSTANBUL’U…

İstanbul’u hiç görmemiş birine bu şehri anlatacaksınız. En sık kullanacağınız kelimeler ne olurdu?
Etkileyici, çarpıcı, karmaşık, enerjik ama hüzünlü. Enerji ve hüzün çok ender bir araya gelir ama İstanbul öyle.

Şehirde yeni keşfettiğiniz bir yer var mı?
Keşfetmek istediğim bir yer var: Balat. Sadece bir-iki kere gittim. Bahara doğru uzun bir yürüyüş programı yapıp her sokağına girmek istiyorum. Tabii Cihangir’de, Nişantaşı’nda, Beyoğlu’nda, Boğaz’da keşfettiğim adresler var ama muhtemelen sizin dergide çıkmıştır!

Bu şehrin tadını en çok kimler çıkarıyor sizce?
Sık sık vapura binenler! Evine gidip gelmek için vapur kullananlar. Ben de her karşıya geçtiğimde, gittiğim yer uygunsa vapurla gitmeye çalışıyorum. Çok ucuza müthiş bir seçenek. Çayınız elinizde dünyanın en iyi manzarasını seyrederek hem konforlu hem etkileyici bir yolculuk. Daha ne olsun?

İstanbul bir sevgili olsaydı onu elde etmek için neler yapardınız?
Önce hamama yollardım herhalde! Kirinden pasından ve üstüne yapışmış beton parçalarından biraz kurtulsun diye.

Şehirde şu ana kadar izlediğiniz en etkileyici konser ya da gösteri hangisiydi?
Üniversiteden beri yazın Harbiye Açıkhava’da caz festivaline giderim. Hep müthiştir.

Bu şehirde en çok sevdiğiniz tarihi simge hangisi?
Kuleli, Kızkulesi ve Haydarpaşa Garı. Umarım o gar bozulmaz, eskisinden güzel olur.

Şehrin sizce en depresif ve neşeli bölgeleri neresi?
En depresif yeri sanırım şehre sonradan eklemlenen varoşlar. Şehre ait de değil, şehrin avantajlarını da yaşamıyor, ama köyün ya da kasabanın güzellikleri de yok. Fakirlik değil sorun. Ama bir iletişimsizlik var. İnsanların ortak kullandığı alanlar yok mesela. Meydan gibi, çeşme gibi, park gibi. Bu felaket bir şey. Sadece kötü binalar, ıssızlık, ileride bir otoban ve mahalle haline gelememiş bir avuç birbirini tanımayan insan. Çok yalnız ve hüzünlü.Neşeli bölgelerse, bence eski mahallelerin tümü. Çarşısı, pazarı, meydanı, çeşmesi, camisi olan her yer neşelidir. Bir de gastronomi açısından meşhur ufak bir dükkan kondur, oh nefis. Bir börekçi olsun mesela. Ne bileyim bir bozacı ya da beş metrekarelik bile olsa tarihi bir tatlıcı. Bunlar mahalleye ruhunu, karakterini, sıcaklığını verir. Ben Sultanahmet’i Eminönü’nü de çok severim, Nişantaşı’nı da, Sarıyer’i de.

Akşam yemeği için tercih edeceğiniz üç yer?
Ben klasikçiyim biraz. Park Şamdan olabilir, Boğaz’da iyi bir balıkçı olabilir ya da hakkımı Lokanta Maya, Yeni Lokanta, Spago gibi daha yeni adreslerden yana kullanabilirim. Otel lokantalarını da severim ben. Lobide piyano filan çalması hoşuma gidiyor, başka bir kafaya giriyorsun, seyahatte olduğunu sanıyorsun!

Şimdiye kadar hangi semtlerde oturdunuz?
Beşiktaş, Gayrettepe, Etiler, Kuruçeşme, Ortaköy, Nişantaşı.

En sevdiğiniz yürüyüş parkuru?
Maçka Parkı. Ha yürüyor muyum? Hayır.

Türk kahvesi içilebilecek en iyi adres?
Kötü Türk kahvesi içmedim şimdiye kadar. En yakın ve en manzaralı neresiyse orası. Ama kır kahvesi severim ben. Özellikle güzel havada. Deniz kenarı kahvelerin Türk kahvesi hiç kötü sürpriz yapmaz.

Pazar sabahı için en sevdiğiniz yer neresi?
Rumelihisarı’nda, Emirgan Sütiş’te veya Saray’da kahvaltı. Ya da Beşiktaş’tan kaymak alınacak, evde kahvaltı edilecek. Pazar kahvaltısı bence kaymaktır temelde!

En çok sevdiğiniz eğlence mekanı neresi?
Her yere gidiyorum ama favorim arkadaşlarımın evleri!

1 Yorum

Yorum Bırak

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz